Asgari ücret zammına yönelik beklentiler, toplumun farklı kesimlerinde farklı şekillerde yankı buluyor. Özellikle Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun üçüncü toplantısının yaklaşmasıyla birlikte, bu konu kamuoyunda büyük bir ilgi uyandırmış durumda. Bakanlık ev sahipliğinde gerçekleşecek bu önemli toplantı, işverenler, çalışanlar ve hükümet arasında dengeli bir karar alınmasına yönelik bir test niteliğinde...
Her kesimin elbette kendi menfaatleri doğrultusunda bir takım beklentileri bulunmakta. İşverenler, ekonomik koşullar ve artan maliyetler karşısında sürdürülebilir bir çözüm ararken, çalışanlar enflasyonun alım gücünü eritmesini telafi edecek bir artış bekliyor. Hükümet ise bu dengeyi sağlamak için hem ekonomik gerçeklikleri hem de toplumsal beklentileri gözetmek durumundadır.
Fakat son dönemde gelir dağılımındaki adaletsizlik giderek artmaya başladı. Mevcut düzende vuku bulan gelir dağılımındaki adaletsizlik, insanlık tarihinin en eski ve en yakıcı sorunlarından biridir. Ancak bu adaletsizlik, modern zamanlarda dahi, alınan kararlarla daha da derinleşiyor. Özellikle asgari ücretle çalışan insanlar üzerinde oluşturulan baskı, bu sorunun en net tezahürlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumun bel kemiği olan bu kesim, gelir artışlarından en az faydayı sağlarken, enflasyonun ve diğer ekonomik sıkıntıların ağırlığını en çok hisseden taraf olmuştur.
Geçmişte de benzer adaletsizliklerle karşılaşıldı.
Örneğin, sanayi devrimi döneminde işçilerin aldığı ücretlerle sermaye sahiplerinin kazançları arasındaki uçurum, toplumsal huzursuzluklara ve işçi hareketlerine zemin hazırlamıştı. Bugün ise asgari ücretle çalışanların gelirlerine yapılan yüzdelik zamlar, yüksek gelir gruplarına yapılan zamlarla karşılaştırıldığında, adeta bir adalet terazisini kırıyor. Zam oranları nominal olarak benzer görünse de, gelir seviyesi arttıkça alınan zam miktarı geometrik olarak büyüyor, bu da ekonomik uçurumun daha da derinleşmesine yol açıyor.
Herkesin malumu, ekonomilerde enflasyon oranlarına paralel olarak maaş artışlarının yapılması gerektiği bir zorunluluktur. Ancak alınan maaş arttıkça yapılan zammın aynı yüzdelik oranla uygulanması, düşük gelirli kesimler için bir çıkmaza dönüşmüştür. Yüzde 20 zam, 50 bin lira maaş alan biri için 10 bin lira artış anlamına gelirken, asgari ücretle geçinen bir birey için bu rakam çok daha düşük bir artışı ifade ediyor. Bu durum, bir yandan gelir uçurumunu büyütürken, diğer yandan düşük gelirli bireylerin alım gücünü artırmak yerine geriletmeye devam ediyor.
Peki, neden bu adaletsizlikte ısrar ediliyor? Bu, sadece ekonomi politikalarının değil, aynı zamanda toplumsal sınıflaşmanın da bir göstergesidir. Üst gelir gruplarının ekonomik gücünü korumaya yönelik uygulamalar, geniş halk kesimlerinin geçim derdini daha da büyütmektedir. Bu noktada, maaş artış politikalarında bir adalet reformuna gidilmesi elzemdir. Alınan maaş arttıkça yapılan zam oranının düşürülmesi ve düşük gelirli kesimlerin daha fazla desteklenmesi, toplumdaki gelir eşitsizliğini azaltmada ilk adım olabilir. Toplumumuzda bilinen ifadeyle, mavi yaka ile beyaz yaka çalışan bireyler arasındaki yüzdelik zam belki eşit olabilir, fakat adil değildir.
Tarihten alınacak dersler, bugün için bir yol gösterici olabilir.
Örneğin, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Batı Avrupa’da uygulanan sosyal devlet politikaları, gelir dağılımındaki adaletsizliği azaltmayı hedeflemişti. Yüksek gelirli kesimlerden alınan vergiler artırılırken, düşük gelirli gruplara daha fazla sosyal destek sağlanmıştı. Bu sayede, sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal barış da tesis edilmişti. Bugün, bu uygulamalardan neden uzaklaşıyoruz? Daha da önemlisi, neden en savunmasız kesimleri bu sistemin yükünü taşımak zorunda bırakıyoruz?
Ekonomik politikalar, toplumsal barışın temel taşıdır. Gelir adaletsizliğini artıran değil, azaltan uygulamalar hayata geçirilmelidir. Asgari ücretle çalışan bireylerin hayat standartlarını yükseltecek, üst gelir gruplarının ise topluma katkısını artıracak bir düzenleme acilen gereklidir.
Unutulmamalıdır ki, bir toplumun gerçek zenginliği, en alt kesimin refah seviyesi ile ölçülür.
Müreffeh bir toplum ise yardım etmek zorunda kaldığınız insan sayısının azlığı ile doğru orantılıdır.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mustafa KÖKMEN
Zamda Eşitlik, Adalette Eksiklik
Asgari ücret zammına yönelik beklentiler, toplumun farklı kesimlerinde farklı şekillerde yankı buluyor. Özellikle Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun üçüncü toplantısının yaklaşmasıyla birlikte, bu konu kamuoyunda büyük bir ilgi uyandırmış durumda. Bakanlık ev sahipliğinde gerçekleşecek bu önemli toplantı, işverenler, çalışanlar ve hükümet arasında dengeli bir karar alınmasına yönelik bir test niteliğinde...
Her kesimin elbette kendi menfaatleri doğrultusunda bir takım beklentileri bulunmakta. İşverenler, ekonomik koşullar ve artan maliyetler karşısında sürdürülebilir bir çözüm ararken, çalışanlar enflasyonun alım gücünü eritmesini telafi edecek bir artış bekliyor. Hükümet ise bu dengeyi sağlamak için hem ekonomik gerçeklikleri hem de toplumsal beklentileri gözetmek durumundadır.
Fakat son dönemde gelir dağılımındaki adaletsizlik giderek artmaya başladı. Mevcut düzende vuku bulan gelir dağılımındaki adaletsizlik, insanlık tarihinin en eski ve en yakıcı sorunlarından biridir. Ancak bu adaletsizlik, modern zamanlarda dahi, alınan kararlarla daha da derinleşiyor. Özellikle asgari ücretle çalışan insanlar üzerinde oluşturulan baskı, bu sorunun en net tezahürlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumun bel kemiği olan bu kesim, gelir artışlarından en az faydayı sağlarken, enflasyonun ve diğer ekonomik sıkıntıların ağırlığını en çok hisseden taraf olmuştur.
Geçmişte de benzer adaletsizliklerle karşılaşıldı.
Örneğin, sanayi devrimi döneminde işçilerin aldığı ücretlerle sermaye sahiplerinin kazançları arasındaki uçurum, toplumsal huzursuzluklara ve işçi hareketlerine zemin hazırlamıştı. Bugün ise asgari ücretle çalışanların gelirlerine yapılan yüzdelik zamlar, yüksek gelir gruplarına yapılan zamlarla karşılaştırıldığında, adeta bir adalet terazisini kırıyor. Zam oranları nominal olarak benzer görünse de, gelir seviyesi arttıkça alınan zam miktarı geometrik olarak büyüyor, bu da ekonomik uçurumun daha da derinleşmesine yol açıyor.
Herkesin malumu, ekonomilerde enflasyon oranlarına paralel olarak maaş artışlarının yapılması gerektiği bir zorunluluktur. Ancak alınan maaş arttıkça yapılan zammın aynı yüzdelik oranla uygulanması, düşük gelirli kesimler için bir çıkmaza dönüşmüştür. Yüzde 20 zam, 50 bin lira maaş alan biri için 10 bin lira artış anlamına gelirken, asgari ücretle geçinen bir birey için bu rakam çok daha düşük bir artışı ifade ediyor. Bu durum, bir yandan gelir uçurumunu büyütürken, diğer yandan düşük gelirli bireylerin alım gücünü artırmak yerine geriletmeye devam ediyor.
Peki, neden bu adaletsizlikte ısrar ediliyor? Bu, sadece ekonomi politikalarının değil, aynı zamanda toplumsal sınıflaşmanın da bir göstergesidir. Üst gelir gruplarının ekonomik gücünü korumaya yönelik uygulamalar, geniş halk kesimlerinin geçim derdini daha da büyütmektedir. Bu noktada, maaş artış politikalarında bir adalet reformuna gidilmesi elzemdir. Alınan maaş arttıkça yapılan zam oranının düşürülmesi ve düşük gelirli kesimlerin daha fazla desteklenmesi, toplumdaki gelir eşitsizliğini azaltmada ilk adım olabilir. Toplumumuzda bilinen ifadeyle, mavi yaka ile beyaz yaka çalışan bireyler arasındaki yüzdelik zam belki eşit olabilir, fakat adil değildir.
Tarihten alınacak dersler, bugün için bir yol gösterici olabilir.
Örneğin, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Batı Avrupa’da uygulanan sosyal devlet politikaları, gelir dağılımındaki adaletsizliği azaltmayı hedeflemişti. Yüksek gelirli kesimlerden alınan vergiler artırılırken, düşük gelirli gruplara daha fazla sosyal destek sağlanmıştı. Bu sayede, sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal barış da tesis edilmişti. Bugün, bu uygulamalardan neden uzaklaşıyoruz? Daha da önemlisi, neden en savunmasız kesimleri bu sistemin yükünü taşımak zorunda bırakıyoruz?
Ekonomik politikalar, toplumsal barışın temel taşıdır. Gelir adaletsizliğini artıran değil, azaltan uygulamalar hayata geçirilmelidir. Asgari ücretle çalışan bireylerin hayat standartlarını yükseltecek, üst gelir gruplarının ise topluma katkısını artıracak bir düzenleme acilen gereklidir.
Unutulmamalıdır ki, bir toplumun gerçek zenginliği, en alt kesimin refah seviyesi ile ölçülür.
Müreffeh bir toplum ise yardım etmek zorunda kaldığınız insan sayısının azlığı ile doğru orantılıdır.