SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Bu gün Hocalı Soykırımının 33. Yıl dönümü…

Yazının Giriş Tarihi: 25.02.2025 19:55
Yazının Güncellenme Tarihi: 25.02.2025 20:03

Hocalı Soykırım/Katliamı, Karabağ Savaşı sırasında 25Şubatı 26 Şubat’a bağlayan gece Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında yaşanan ve sivil Azerbaycan Ermenistan'a bağlı kuvvetler tarafından toplu şekilde öldürülmesi olayıdır.

"Memorial" İnsan Hakları Savunma Merkezi, İnsan Hakları İzleme Örgütü, The New York Times gazetesi ve Time dergisine göre, katliam, Ermenistan'ın ve 366. Motorize Piyade Alayı'nın desteğindeki Ermeni güçleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, Karabağ Savaşında Ermeni kuvvetlere komutanlık yapmış eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan[12] ve Markar Melkonyan'ın aktardığına göre, kardeşi Monte Melkonyan, katliamın Ermeni güçler tarafından yapılan bir intikam olduğunu açıklamıştır. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Hocalı Katliamı'nı Dağlık Karabağ'ın işgalinden bu yana gerçekleşen en kapsamlı sivil katliamı olarak nitelendirmiştir. Azerbaycan'ın resmî açıklamasına göre saldırıda 106'sı kadın, 83'ü çocuk olmak üzere toplam 613 Azeri ölmüştür.

Ermenilerin “Habis Ruhlu yalanları” ile her yıl 24 Nisan’da sözde “soykırım” safsatası ile anma günü düzenliyorlar. “soykırım” iddiası propagandası yolu ile dünya kamuoyunda kendilerine yandaş topluyorlar. Ermenilerin günümüzden çok değil 33 yıl önce Karabağ’ın Hocalı kasabasında 25/26 Şubat’a bağlayan gece gerçekleştirdikleri katliamla insanlık suçu “soykırımı” la ilgili biz ne yapıyoruz? Gerçi bir şey yaptığımız yok, ama ben yine de 21. yüzyılda dünyanın gözü önünde gerçekleştirilen, insanlık suçu Hocalı soykırımını hatırlatmak istedim.

Kütüphanemin derin sessizliği içinde konuyla ilgili kitapları ve gazetelerden kesip sakladığım gazete kesiklerini karıştırıldığımda gözüme 23 Kasım 1987 tarihini taşıyan bir gazete kesintisinde; Tüm Ermenilerin kutsal mabedi sayılan Erivan Vagarşabat’daki Gregoryen Eçmiyazin/Ecmiadzin kilisesinin Ruhani lideri Patrik I.Vasken’in Amerika ve Kanada’ya yaptığı ziyaretle ilgili haber gözüme ilişti. Haberde, Patrik I.Vasken, dünyadaki tüm Ermenilere “Vatana dönüş çağrısı” yaptıktan sonra “Soykırım bütün Hıristiyanlık dünyasının ve Hıristiyan adaletinin konusudur. Bir gün Ağrı Dağı etrafında toplanıp zafere ulaşacağız. Ağrı Dağı yöresini ele geçirmek milli idealimizdir şeklindeki sözlerini ibretle okudum.

Yine kesip sakladığım 10 Kasım 1988 tarihli Milliyet Gazetesi kesiğindeki bir haber de şöyle idi:

Erivan’da yapılan gösteriye yaklaşık 300 kişi katıldı. Göstericiler, Erivan yakınlarında Çiçeknakaberd tepesinde 1915’de meydana geldiğini iddia ettikleri soykırımı anmak için dikilmiş anıt çevresinde toplandılar. Buradan Türkiye sınırları içindeki Ağrı dağı görünmektedir. Ermeniler Ağrı dağına dönerek saygı duruşunda bulundular.”

Amerikalı strateji uzmanı, tarih ve jeopolitik doktoru Paul Bernard Henze, (d. 29 1924 - ö. 19 Mayıs 2011): 1984 yılında yayınladığı makalesinde, “Ermeni milletinin kendi amaç ve mücadeleleri için yabancı destek sağlamak üzere, yazı, tahrik ve oyunlarını devam ettirdiklerini bunda da sık sık başarılı olduklarını” belirtmiştir.

Bazen küçümsediğimiz bazen de sinirlendiğimiz, bazen de “Aman komşumuzu, fazla küstürmeyelim” diye tevazu ve hoşgörüyle baktığımız Ermeni ve yandaşlarının yakın geçmişte Azerbaycan’da gerçekleştirdikleri tarihe mal olmuş olaylardan kesitlere gelin hep birlikte göz atalım:

HOCALI KATLİAMI’NA GİDEN YOL..

18.yüzyillarda askeri bakımından güçlenen Rusya, Osmanlı imparatorluğu ile İran Gacer/Kaçar devleti topraklarını egemenliği altına alarak genişlemeye başladı. İran Gacer Hükümdarı olan Feth Ali Şah’ın Ruslara kaptırdığı toprakların yerine Osmanlı topraklarını egemenliği altına alma sevdası; 19. yüzyılın başlarında oldukça dostça süren İran Gacer Devleti ve Osmanlı imparatorluğu ilişkilerini zaman zaman çok kötü yönde etkiledi ve iki ülke arasındaki anlaşmazlıkları tırmandırdı. Zaman zaman da bu iki ülke ortak düşman Rusya’ya karşı birlikte girişimlerde bulunmaya çalıştılarsa da gerginlikle bu girişikler İran’ın olumsuz tutumu nedeniyle sonuçsuz kaldı.

İran Kaçar devleti zordu kalmadıkça Osmanlıların uzatmış olduğu dostluk elini tutmaya bir türlü yanaşmadı. Böyle bir işbirliğinin oluşması için 1811 yılının mayıs ayında İran’a giden Osmanlı elçisi Abdullah Efendi’ye İran Kaçar devleti hükümdarı Feth Ali Şah yerine getirilmesi mümkün olmayan istekler ileri sürünce hiçbir konuda antlaşma sağlanamadı. Osmanlı elçisi daha İran topraklarını terk etmeden İranlılar Bağdat çevresine akınlar yapmaya başladılar.

Rus Ordusu karşısında birkaç kez ağır yenilgi alıp 1813 yılı Ekim ayında yapmış olduğu Gülistan Antlaşmasıyla Karabağ, Derbent, Şirvan ve Bükü gibi önemli hanlık topraklarını kaybeden İran, bu güç durumdan kurtulabilmek için O olmak zorunda kaldı. Osmanlılar da bu konuda hiçbir zorluk çıkarmadı.

1828 yılından sonra bu günde geçerli olan sınır boyunca Azerbaycan toprakları Rusya ile İran arasında bölündü. Çarlık Rusya’sı döneminde bölge, Bakü ve Elizavetpol’deki valilerce yönetildi.

1905 devriminden sonra Azerbaycan’da siyasi hayat canlılık kazanmaya başladı. 1911’de Müsavat Partisi kuruldu.

1917 yılının mart ayında Moskova’da yayılan grev ve sokak gösterileri, Çarlık subaylarının ve askeri birliklerin grevciler ile sokak göstericilerinin yanında yer almasıyla protesto eylemi olarak başlayan harekât “Şubat devrimi” olarak bilinen halk ayaklanmasına dönüştü.

15 Mart 1917’de Çar Nikolay’ın tahtan çekilmesiyle Çarlık rejimi yıkıldı. 1917 Şubat Devrimi ve I.Dünya Savaşı nedeniyle Osmanlılar, Kafkasya’da yeni bir cephe açtılar. Osmanlı ordusunun varlığı, Azerbaycan’da kurulmuş olan Müsavat partisiyle Osmanlılar arasında bir ittifak kurulmasına neden oldu. Bu tarihlerde Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’dan oluşan Trans Kafkasya Federasyonu devleti kurmak için girişikler yapıldıysa da etnik ve dinsel uyuşmazlıklar nedeniyle bu girişimler sonuçsuz kaldı.

İtilaf devletlerinin baskısıyla Almanya ile barış görüşmelerine oturan Yeni Sovyet yönetimi, görüşmelerin çıkmaza girmesiyle başlayan Alman saldırılarıyla ciddi bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Rusya bu zor dönemi atlatabilmek için büyük ödünler vermek zorunda kaldı. Polonya, Ukrayna, Baltık bölgesi ve Kafkaslardan Rusların çekilmesini ön göre Brest-Litovsk Antlaşmasını 1918 yılının Mart ayında Ruslar tarafından onaylandı. Bu antlaşmanın onaylanmasından sonra Başta Ukrayna, Kırım, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan bağımsızlıklarını ilan ettiler. Finlandiya, Baltık ve Türkistan’da yeni devletler kurulmaya başlandı. Ermeniler bağımsız bir devlet kurmakla yetinmeyip Azerbaycan’a saldırdılar. Rusların desteklediği Ermeni kuvvetleri 1918’de Bakü’ye girerek çoluk-çocuk, genç –yaşlı, kadın- kız demeden binlerce Azerbaycan Türkü’nü katlettiler,

Azerbaycan’ın yardım istemesi üzerine Osmanlı Ordusu Bakü’ye girmek için harekete geçti. Osmanlı ordusunu durduramayan Ermeniler şehri İngilizlere bırakarak vahşetlerini daha da artırarak günlerce katliamlarına devam ettiler. Bakü topraklarında Azerbaycan Türkleri’nin kanlarıyla sulanmayan bir karış toprak kalmadı. Bu katliam Osmanlı Ordusu’nun Bakü’ye girmesiyle son buldu.

Osmanlı ordusunun gelmesiyle geri çekilen İngiliz birliği, savaş sonrasında yeniden Bakü’ye girdi. Bakü’yü boşaltarak 1919 yılının ağustos ayına kadar Cumhuriyeti denetim altında tuttu. 15 Ocak 1920’de Azerbaycan Cumhuriyeti devleti İtilaf devletleri tarafından tanındı.

Bu arada Rusya’da iktidarda bulunan Bolşeviklerin barıştan yararlanarak iktidarlarını güçlendirme çalışmaları, 1918 Mayıs’ında başlayan iç savaşta yeni bir evreye girdi. Savaş esirlerinden oluşan Çekoslovak lejyonunun geri dönüşü sırasında çıkan çatışma sonucunda Trans-Sibirya demiryolu bu birliklerin eline geçti. Böylece Volga nehrinin doğusundaki geniş bölgede bir iktidar boşluğu ortaya çıktı. Omsk da ortaya çıkan karşı devrimci gücü, eski Çarlık ordusunun generalleri yönetiyordu. Samara’daki gücü ise sosyalist devrimcilerin çevresinde toplanan kuvvetlerden olunmuştu. Bolşevikleri devirerek Rusya’yı yeniden savaşa sokmak isteyen İngiltere, Fransa ve ABD ülkenin kuzeyine, Japonya ve ABD, Doğu Sibirya’ya asker çıkarttı. Almanya’nın teslim olmasından sonra Omsk’ta oluşan Beyaz Ordu’yu ayakta tutmak için para, silah ve asker yardımı devam etti. Trocki’nin önderliğinde yeniden düzenlenen Kızıl orda 1919 yılında Sibirya’dan Baltık bölgesinden ve Don bölgesinden “Petrograd” ilerleyen kuvvetleri bir biri ardı sıra geri püskürttü.

1920 yılının başlarında karşı devrim tehlikesi büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. Kızıl Ordu’nun askeri başarısı sonunda Beyaz Rusya, Gürcistan, Ermenistan ve - 28 Mayıs 1918’de bağımsızlığını elde eden Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti Devleti, 27 Nisan 1920’de Bakü’ye giren Rus 11. Kızıl Ordu’su tarafından ortadan kaldırıldı. Azerbaycan, hükümeti Bolşevik yönetimine teslim oldu. Aynı ay içinde kurulan Azerbaycan, 1922’de Trans Kafkasya SSCB’ye katıldı.1936 yılında ise, SSCB’nin bir cumhuriyeti halene geldi ve SSCB’ye zorla iltihak ettirildi.

1921 yılında ise, Güney Kafkasya’da yaratılan suni Ermenistan devleti de SSCB’ye dâhil edilerek, Moskova yönetimi, değişik şekillerde korunup, kollanarak çeşitli imkânlar tanındı.

Örneğin: İşgalden önce 114.000 Km2 olan Azerbaycan toprakları, işgal sonrası yapılan düzenlemelerle 86.600 Km2 ye masa başında indirildi. Azerbaycan’ın elinden alınan bu toprakların büyük bir kısmı Ermenilere hediye edildi.

Stalin'in, Sovyetler Birliği’nde uyguladığı Nüfus Transferi politikası kapsamında aldığı bir kararla, Kırım Türkleri sürgün ve kültürel soykırıma tabi tutuldu. Stalin’in sağ kolu L. Beria tarafından organize edilip, uygulamaya konulan karar, Kırım’da 18 Mayıs 1944’de gecede yarısı yürürlüğe kondu. 15 dakika içinde evlerindeki yataklarından kaldırılarak, hayvanların nakliyesinde kullanılan vagonlara dolduruldu. Çoğunluğu yaşlı çocuk ve kadınlardan oluşan 250.000 Kırım Türkü, 3 gün içinde acımasız vahşetle topraklarından sökülüp, Orta Asya’da Özbekistan’a sürüldü.

Yine Stalin’in başka bir sürgün kararı; 1944 yılında II. Dünya Savaşı’nın bitmesine yakın bir zamanda, günümüzde Gürcistan sınırları içinde kalan ve sınırımıza 15 km mesafede bulunan, Ahıska Türklerine uygulandı. Ahıska, Aspinza, Ahılkelek ve Bogdanovka ilçeleri ile bu ilçelere bağlı yaklaşık 220 köyden 100 bin Ahıska Türkü; Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’a sürgün edildi. Bir ay süren sürgün sırasında 20 bine yakın Ahıska Türkü, uygun olmayan şartlardaki yolculuk sırasında soğuktan, açlıktan ve hastalıktan dolayı hayatlarını kaybetti.

Yine Stalin döneminde, Azerbaycan Komünist Partisi Sekreteri Mir Cafer Bağırof zamanında 29 bin Azerbaycan Türkü, çeşitli suçlamalar yapılarak öldürüldü. Bunların bir kısmı sürgün cezası ile sürüldükleri Sibirya’da kurşuna dizildi.

Türkiye’de çok bilinen ve Radyo ve televizyonlarımızda sıkça çalınıp okunan “Çırpınırdın Karadeniz” türküsünün ve Azerbaycan İstiklal Marşı’nın söz yazarı Şair Ahmet Cevat’ta bu sürgünden nasiplenenler arasında yer aldı. A. Cevat, yazdığı “Göy Göl” başlıklı şiirinde “Ay ve Yıldız” sözcüklerinden dolayı suçlandı ve sürüldüğü Sibirya’da kurşuna dizilerek katledildi. (Bakü’deki “Bayıl” hapishanesinde gördüğü işkence sonucu öldüğü de söylenmektedir)

Yazılan bir şiirin tek bir mısrasın tahammül edemeyen Rus yönetimi, koruyup kolladığı Ermeni'nin kendisinden gururla bahsetmesine ses çıkartmadı.

1938 yılındaki “yok etme” kampanyası sırasında Azerbaycan’da 2000 kadar camiyi kapatılıp, ortadan kaldırılırken, Ermeni kiliselerine dokunulmadı. Ermeniler, dünyanın ilk Hıristiyanları olmakla övünüp, Ermeni milliyetçiliği yaparken, “Türk” kelimesine tahammül edilemedi. “Türk” kelimesi yasaklanarak; “Türk yoktur, Azerbaycanlı vardır. Azerbaycan Türkçesi yoktur, Azerbaycan’ca” vardır denildi.

1936 yılına kadar Latin alfabesi kullanan Azerbaycan’ın gelecekte Türkiye ile olan muhtemel bağlar kopsun diye, tamamen kaldırıldı. Zorla Rus Kiril alfabesine geçirildi. Ermenilerin özgün alfabesine dokunulmadı, aksine teşvik edildi.

1960 yılında Hruşşev döneminde, Erivan Üniversitesi Rektör başyardımcısı Erivan’da açıkça ve cesaretle; “Nahcivan ve Karabağ Ermenistan toprağıdır” diye haykırdı. Bu sözler, Ermenistan’da coşku ile alkışlandı. Bakü’de bu sözlere karşı çıkan Dünyaca ünlü Prof. Dr. Abbas Zamanof, üniversitesinden Profesörlük unvanı da elinden alınarak atıldı. Erivan’da alkış, Bakü’de tekme tokat kapı dışarı…

1980’li yıllarda Gorbaçov döneminde, Ermeniler rahat ve özgür bir şekilde seslerini daha da yükselmeye başladılar. Sovyet medyasının kilit noktalarında söz sahibi olan Ermeniler, kendi iddia ve isteklerini sürekli gündemde tutarak yeni mevziler kazandılar. Gorbaçov’un Ermeni kökenli ekonomik danışmanı Agebengyan, Fransız gazetecilere; “Dağlık Karabağ’ın ekonomik olarak Ermenistan’a bağlanması gerekir” diye verdiği demeçle, Azerbaycan’da ve Karabağ’da meydana gelecek olayların fitilini ateşledi.

1987 Kasım ayında başlayan olaylarda; Moskova yönetimi, Ermeni iddia ve isteklerini üstü kapalı destekledi, Ermeniler de planlarını cesaretle uygulamaya koydular.

1988 yılından Ermenistan’dan Azerbaycan’a büyük bir göç dalgası başladı. Vahşice bir sürgün politikası ile Ermenistan’daki ata-dede yurtlarından koparılan, 220 bin Azerbaycan Türk’ü vagon katarları ile Azerbaycan’a sürüldü. Bu tarihten sonra da Azerbaycan/Karabağ’da pek çoğumuzun yakın tarihte tanık olduğumuz olaylar suretle gelişti.

Azerbaycan Halk Cephesi’nin önderliğinde Bakü’de başlayan “Özgürlük” hareketi, 20 Ocak 1990’da (Kanlı Yanvar) Rus tanklarıyla söndürülmeye çalışılırken, Batı dünyası buna sessiz kalıp Bakü katliamını adata alkışladı.

1992 yılında Azerbaycan topraklarında Rus destekli Ermeni saldırıları, bütün şiddetiyle devam etti.

BAĞIMSIZLIĞA DOĞRU AZERBAYCAN..

Sovyet Rusya’da her şey Konstantin Çernenko’nun Mart 1985tarihinde ölümünden sonra Komünist Parti Genel Sekreterliğine Mihail Gorbaçov’un getirilmesiyle başladı. Politbüro’nun en genç üyesi olan 54 yaşındaki Gorbaçov göreve geldikten sonra parti ve devlet kademelerinde geniş çaplı bir tasfiye girişerek, Başbakanlığa Nikolay Bikov’u, Dışişleri Bakanlığına da Eduard Şavardnadze’yi atadı.

1986 yılının Şubat ayında yapılan 27. Parti kongresinde köklü ekonomik ve yapısal reformları öngören “Perestroika” (yeniden Yapılanma) ve “Glastnost” (açıklık) politikalarının kabul edilmesini sağlayarak kapsamlı bir reform süreci başlattı. Parti ve bürokraside belirgin bir direnişle karşılaşmasına rağmen yoluna devam etti.

Brejjnev döneminin dış politikadaki çizgisinden hızla ayrılan Gorbaçov, silahsızlanma konusundaki dünyayı şaşırtan çıkışlar yaptı.

-Dışta silahsızlandırma yarışını geriye çekme,

-Doğu Avrupa’daki Sovyet etkisini yumuşatma,

-ABD ile bölgesel çekişmelerden kaçınma,

-Çin’le olan gerginliğe son verme,

-1979 yılında işgal edilen Afganistan’daki Sovyet askerlerinin geri çekilmesi gibi son derece önemli bir dizi adımlar attı.

İçte ise; KPSS’nin 40 yılı aşkın bir aradan sonra Haziran 1988’de toplanan konferansına, Gorbaçov, tarafından partinin devlet yönetimindeki rolünü azaltacak ve SSCB Yüksek Sovyet’i ile öbür temsil organlara batı tipi bir parlamenter işleyiş kazandırmayı ve bir tür başkanlık sistemine geçişi öngören bir palan sundu.

Ekim 1989’da Gromiko’nun yerine Yüksek Sovyet Prezidyumu başkanlığına getirilen Gorbaçov, 1990 yılının mayıs ayında yeni oluşturulan SSCB Halk temsilcileri kongresi tarafından geniş yetkilerle yeniden aynı makama seçildi.

1990 yılının başlarında KPSS’nin siyasal tekeline son verildi ve serbest piyasa ekonomisine geçiş gündeme geldi.

SOVYET RUSYA’DA MİLLİYETÇİLİK UYANIYOR..

Gorbaçov’un başlattığı reformlarla birlikte alttan alta milliyetçilik kıpırtıları, azınlık milletlerde merkezi otoriteye karşı direnişler başladı.

1989 yılında özellikle Kafkasya ve Baltık bölgelerinde başlayan bağımsızlık hareketleri siyasi gerginliği tırmandırdı.

Kafkasya’da etkin guruplar arasındaki çekişmeler, Sovyet yöneticilerinin ordu aracılığıyla bu olaylara oldukça sert müdahaleye girişilmesine yol açtı. 19 Ocak’ı 20 Ocağa bağlayan gece Azerbaycan’ın başşehri Bakü’ye giren Kızıl Ordu, Bakü’nün bağımsızlık isteklerini kana boğdu. Kafkaslarda tanklar kullanılırken Baltık bölgesinde bulunan Letonya ve Estonya’nın aldığı bağımsızlık kararları için siyasal ve ekonomik baskı yöntemlerine başvuruldu.

SOĞUK SAVAŞIN SONU..

II. Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra Avrupa siyasetini biçimlendiren soğuk savaş, NATO’nun 16, Varşova Paktı’nın 6 üyesi arasında Kasım 1990 yılında Paris’te imzalanan antlaşma ile resmen sona erdi. Aynı hafta içinde Avrupa güvenilir ve İşbirliği Konferansına üye 34 ülke, her hangi bir devletin toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına karşı kuvvet kullanımını ve tehdit ya da kuvvet kullanımı yoluyla mevcut sınırlarını değiştirme girişimlerini reddeden Paris Şartını Paris’te imzaladı.

Yıllardır biriken ve dünyanın gözlerinden saklanmak istenen iç sorunları ve ekonomik dar boğazları aşmak için batıdan destek alabilmek amacıyla yapılan bu girişimler, Sovyet Blok’unun dağılmasına yetti. Hiç beklenmeyen bir anda SSCB ve Marksizim-Leninizim’den geriye kalan ne varsa 3 gün içinde hepsi yıkıldı.

19 Ağustos 1991: Şahinler diye isimlendirilen sertlik yanışı Sovyet yetkilileri, Kırım’da tatil yapmakta olan Devlet Başkanı Gorbaçov’u görevinden uzaklaştırmaya çalıştılar. Emir aldıklarını söyleyen KĞB görevlileri tarafından Gorbaçov evinde göz hapsine alındı. Halka Gorbaçov’un hasta olduğu. Gorbaçov’un yetkilerini başkan yardımcısı Gennadi Yanayev’in devraldığı, ülkeyi 8 kişilik Devlet Olağan Üstü Hal Komitesi” aracılığıyla yöneteceği bildirildi.

20 Ağustos 1991’de imzalanacak olan ve 5 Sovyet Cumhuriyeti’ne önemli ölçüde “Özerklik” sağlamayı amaçlayan birlik antlaşmasının imzalanmasını önlemek için Gorbaçov’un yardımcısı Gennadi Yanayev liderliğinde yapılan bu darbeye KGB’nin tutuklayamadığı Rusya Cumhuriyeti başkanı Boris Yetsin Moskova’da, Leningrad Belediye başkanı Anatolisbocak, Leningrad’da karşı çıktı.

Sokaklardaki tanklara karşı Sovyet halkının barikatlar kurarak koruduğu parlamento binasından, kendisini destekleyen 150 bin kişiye bir söylev veren Yetsin, darbeyi yapanları ve sertlikten yana olanları kınadı. Birçok batılı lider ve Sovyet halkının büyük çoğunluğunun gösterdiği tepki sonucunda Gorbaçov, 21 Ağustos 1991 günü öğleden sonra serbest bırakıldığı Kırım’dan Moskova’ya döndü.

SOVYET RUSYA’DA TAŞLAR YERİNDEN OYNUYOR

Ağustos 1991’de Azerbaycan, Letonya, Estonya ve Litvanya bağımsızlıklarını ilan ettiler. 6 Eylül 1991’de SSCB Baltık Devletleri’nin bağımsızlıklarını resmen tanıdı. Bu ülkelerin Sovyetler Birliği’ni oluşturan Cumhuriyetler arasında yer almadığını ilan etti.

Bu devletleri; Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Gürcistan ve Ermenistan takip etti

17 Eylül 1991 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, bağımsızlıklarını ilan etmiş olan Litvanya, Letonya ve Estonya’nın örgüte katılmasını onayladı.

AZERBAYCAN EKONOMİK İŞBİRLİĞİNE KATILMIYOR

18 Ekim 1991’de Kremlin’de başkan Mihail Gorbaçov’la yapılan görüşmeler sonunda; özel mülkiyet, Serbest piyasa ekonomisi Tek banka sistemi ve antlaşmaya taraf olan cumhuriyetler arasında mal ve hizmetlerin serbest dolaşımına olanak tanıyan Ekonomik işbirliği antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya Azerbaycan, Ukrayna, Gürcistan ve Moldovya katılmamayı tercih etti.

AZERBAYCAN KARABAĞ İLİŞKİSİ…

Karabağ sıradağlarının kuzey kıyısında 4.400 Km2’lik bir alanı kapsayan “Karabağ” değişik bitki örtüsüne sahiptir. Alçak düzlüklerdeki stepler, dağların eteklerinde yerlerini gür kayın, meşe ve gürgen ağaçlarına bırakır. Yüksek yamaçlar ve 3724 metreyi bulan Gamış dağları gibi doruklar ise Huş ağacı ve Alp tipi çayırlarla kaplıdır. Vadilerde üzüm bağları meyve bahçeleri ve ipek börekçiliğine dönük “Dut” ağaçlarının yanı sıra tahıl ekimi de yapılır.

Azerbaycan toprağı olan bu bölge 1828 Türkmençay Antlaşmasından sonra Çarlık Rusyası’nın bazı siyasal hesapları nedeniyle İran ve Anadolu’dan göçürülen Ermeniler yerleştirilmişlerdir. Sovyet Azerbaycan Cumhuriyetine bağlı olan bu Karabağ bölgesini tümüyle Ermenistan’a bağlamak isteyen yerel Dağlık Karabağ Ermenileri, 1988 yılında başlattığı gösterileri, zaman içinde tırmanarak Karabağ topraklarını bir barut fıçısı haline getirmişlerdi. Sovyetlerin dağılma sürecinde bağımsızlıklarını ilan eden Ermeni çetelerinin ağır silahlarla giriştikleri işgal hareketi Karabağ’dan sonra Azerbaycan topraklarına ve Nahcivan’a yönelmiştir.

Günümüzde Ermenilerin bu ilerleyişi durdurularak kaybedilen topraklar Azerbaycan kuvvetlerince tek tek geri alınmaya başlamıştır.

1992 Nisan’ı sonlarına kadar süren Ermenilerin başlattığı bu savaş, 1500 kişinin hayıtına mal olmuştur. Nüfusunun % 70’ini Ermenilerin oluşturduğu Karabağ’ın yönetim merkezi, aynı zamanda önemli bir sanayi merkezi olan Stepanakert (Hankenti)’dir.

HOCALI’DA NELER YAŞANDI?…

Hocalı, Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinde 7 bin kişilik nüfusa sahip ve coğrafi konumu itibariyle stratejik öneme sahip bir kasabadır. Bu kasaba, 21. Yüzyıl dünyasında, sözüm ona kendilerini hümanist, medeni, insan haklarına saygılı ve medeni dünyanın gözleri önünde insanlık suçu kabil edilen “soykırım” adresi oldu.

25 Şubat’ı 26 Şubat'ta bağlayan gece güçlü silahlarla donatılmış Ermenistan silahlı kuvvetleri, Rusya’nın Hankendi'nde konuşlanmış bulunan Albay Zarvigarov komutasındaki 366'ncı Rus Motorize Alayı’nın desteği ile Hocalı kasabasına saldırdı. Ermenistan askeri güçleri tarafından giriş-çıkış yolları kapatılan Hocalı’da, Rus motorize alayının tanklarından yapılan top ve roket atışları ile Hocalı havaalanı kullanılamaz hâle getirilerek kentin dış dünya ile ilişkisi de tamamen kesildi. Savunmasız kalan kente giren Rus destekli Ermeni askerleri, kadın, ihtiyar genç, bebek çocuk, bebek ayrımı yapmadan soykırım/katliamına giriştiler.

Azerbaycanlılar bizim şaka yaptığımızı sanıyordu”

Hocalı'ya yakın bölgede Ermeni askeri birliğinde komutanlık yapan ASALA militanı Monte Melkonyan, katliamdan bir gün sonra Hocalı çevresinde gördüklerini günlüğüne kaydetmiştir:

Monte Melkonyan'ın ölümünden sonra kardeşi Markar Melkonyan, kardeşinin günlüğünü ABD’de Benim Kardeşimin Yolu” (My Brother's Road) adıyla yayınladığı kitapta, Hocalı Katlima ile ilgili şunları anlatmıştır:

Bir gece önce akşam 11 civarında, 2.000 Ermeni savaşçısı, Hocalı'nın üç tarafındaki yüksekliklerden ilerleyerek, kasaba sakinlerini doğudaki açılışa doğru sıkıştırmışlar. 26 Şubat sabahına kadar mülteciler Dağlık Karabağ'ın doğu yüksekliklerine ulaşmış ve aşağıdaki Azeri kenti olan Ağdam'a doğru inmeye başlamışlar. Buradaki tepeciklerde yerleşen sivilleri, güvenli arazide takip eden Dağlık Karabağ askerleri onlara ulaşmışlar.

Mülteci kadın Reise Aslanova, İnsan Hakları İzleme Örgütüne verdiği açıklamada: "Onlar sürekli ateş ediyorlardı" diye konuşmuştu.

Arabo'nun savaşçıları daha sonra uzun zaman kalçalarında taşıdıkları bıçakları kınlarından çıkartarak bıçaklamaya başlamışlar..

Şu anda yalnız kuru çimenden esen rüzgârın sesi ıslık çalıyordu ve ceset kokusunu uçurması için bu rüzgâr henüz erkendi.

Monte üzerinde kadınların ve çocukların kırılmış kuklalar gibi saçıldığı çimene eğilerek ‘Disiplin yok’ diye fısıldadı. O bu günün önemini anlıyordu: bu gün Sumgayıt Pogromunun dördüncü yıldönümüne yaklaşıyordu. Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.”

O dönem Ermenistan Cumhurbaşkanı ve savaş süresinde Karabağ'da Ermeni güçlerine kumandanlık yapmış Serj Sarkisyan da, İngiliz Araştırmacı Gazetecisi Thomas De Waal'a; “Hocalıdan önce, Azerbaycanlılar bizim şaka yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu (stereotipi) kırmayı başardık. Ve olay işte bu..” demişti

HOCALI’DA UZUN SÜRE CESETLERİN ALINMASI MÜMKÜN OLMADI.

Ermeni askerlerinin işgal ettiği Hocalı'da dehşet verici olaylar yaşandı. Savaştan önce 2.605 aileden ibaret 11.356 kişinin yaşadığı Hocalı kasabası tamamen yok edildi. Kasabadan, uzun süre cesetlerin alınması bile mümkün olmadı.

Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde; cesetlerin yakıldığı, birçoğunun kafa derilerinin yüzüldüğü, gözlerinin oyulduğu, kulak, burun, kafaları ile vücutlarının çeşitli uzuvlarının kesildiği görüldü. Sağ olarak ele geçirdikleri insanlar ise, çeşitli sistematik işkenceye ve tıbbî deneylere tâbi tutarak, insanlık dışı muamelelere maruz bırakıldıkları belirlendi.

Olaydan tesadüfler sonucu kurtulan tanıklar; Genç kızların önce saçları, sonra da kafa derileri yüzüldüğünü, kızlara kadınlara tecavüz edilip öldürüldüğünü, babaların gözü önünde evlatlar, evlatların gözü önünde babaların kurşunlandığını, kesilen insan kafaları sepetlerle toplanıp, tepeler yapıldığını anlatmışlardı.

Azerbaycan resmi verilerine göre saldırıda; 83 çocuk, 106 kadın ve 70'ten fazla yaşlı dâhil olmak üzere toplam 613 sakin katledildi. (bu sayı rakamın çok çok üstünde olduğu bilinmektedir) 8 aile tamamen yok edildiği saldırıda, 76’sı çocuk, 487 kişi ağır şekilde yaralandı. Ayrıca, 26 çocuk yetim, 130 çocuk ise öksüz kalırken, 56 hamile kadının da karnı yarılarak bebeği çıkarılmış vaziyette bulundu. Olayda 1275 kişi esir edilirken 150 kişi de kayboldu. Geri kalan ve bin bir zorluklarla canını kurtarabilmiş, insanların da akıl ve ruh sağlıkları, bir daha yaşadıkları olayların tahribatından kurtulamadı.

KARABAĞ’DA YAŞANAN OLAYLAR

Tarih; 26 Şubat 1992

Yer; Azerbaycan Hocalı…

Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş olan iki Ermeni yazı-tura atıyordu. Bu kanlı kumarı yaklaşık 100 yıl önce Anadolu’da; Iğdır, Kars, Ağrı, Van ve Erzurum'da ataları oynamıştı. Bu kumarı, onların çocukları da atalarından duymuşlardı:

“Karnı burnunda çaresiz bir Azerbaycan kadının doğumu oldukça yakın görünüyordu. Çaresiz kadın bir hazan yaprağı gibi titriyordu. Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı...

Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK–47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken, diğeri elindeki demir parayı havaya attıp:

Akçik, manç?.. (Kız mı, oğlan mı?)

Akçik... (Kız)

Bu cevap üzerine 'oğlan' diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı. Kan bürülü gözleri bebeğin kasıklarına kilitlendi.

Tun şahetsar, ınger... (Sen kazandın, yoldaş)

Yes şahetsapayts ays bubrikı inç bes bidigişdana... (Ben kazandım ama bu bebek nasıl beslenecek?)

-Mayrigı bedge gişdatsine. (Annesi besleyecek elbette..)

Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı:-Mayrig yerahayin zizdur. (Çocuğa meme ver..)

Aynı dakikalarda Hocalı'nın başka bir semtinde, tek kale futbol maçı hazırlığı vardı. İki kesik Azeri kadın başını kale direği yapmışlar, top arayışına girmişlerdi.

Başı tıraşlı bir çocuk bulup getirdiklerinde ise, Ermeni çeteci sevinçle bağırdı:

-Asixn ma, çimi yev bızdıge, aveg gındırnadabidi. Gıdıresek... (Bu hem saçsız hem de küçük, iyi yuvarlanır. Kopartın...)

Aynı anda çocuğun gövdesi bir tarafa, başı da orta yere düşmüştü... Ermeniler zafer naraları atarak, kanlı postalları ile kesik çocuk başına vurarak kanlı bir kaleye gol atmaya çalışıyordu.

Bu iki olay, Azerbaycan’ın Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında günümüzden 32 yıl önce yaşandı. Her iki olay da Ermeni çetecilerin katliamlarına bizzat şahit olan görgü tanıklarının, gazetecilerin anlatımlarıdır.

Karabağ’da Ermenilerin 26 Şubat 1991 yılında Türkleri nasıl katlettiklerini o sırada orada bulanan Ermeni gazeteci Daud Kheyriyan şöyle anlatıyordu:

Gaflan denilen ve ölülerin yakılmasıyla görevli bir grup, Hocalı’nın Bir Km batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri Türk’ünün ölüsü getirilip yığıldı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa ve açlığa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan adlı bir asker, onu da tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra bütün cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık sesi işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar Haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler.”

Büyük Ermenistan’a hizmet için Hocalı’ya giden Avrupalı Ermeni gazeteciler, faciayı Azerbaycan Türklerini yaptıkları yolunda bilgileri dünya kamuoyunu aldatmaya çalışıyorlardı. Ermenilerin Karabağ’da yaptıkları vahşeti, kan gölünü ilk kez gören Avrupa Ermenisi olan gazetecilerden biri, işlenen cinayet ve vahşeti olduğu gibi şöyle aktarmaya çalışmıştı:

Ermeniler Hocalı’da katlettikleri 100 kişiyi yan yana dizerek köprü yaptılar. Ben bu köprüdeki cesetlerin üzerinden geçerken ayağımı körpe(küçük) bir çocuğun göğsüne basınca öyle titredim ki, fotoğraf makinem, blok notum, kalemim yere düşerek kana boyandı. Kendimi tamamen kaybettim. Bedenim tir tir titredi.”

Yukarıda anlatılan olaylar, Karabağ’da, Hocalı'da çok değil, günümüzden 35 yıl önce yaşandı. Bu anlatımlar; Ermeni çetecilerin vahşetle yaptıkları işkence ve katliamlarına bizzat tanık olanlar tarafından anlatılmış ve kayıtlara geçmiştir.

BATI BASININDA HOCALI KATLİAMI…

Ajanslar, Hocalı’daki soykırım/katliam haberini bütün dünyaya hızla geçerken, arşı titreten ağır bir vahşet yaşanan Hocalı halkından geri kalanlar ise, çaresizlik içinde kıvranıyordu. Türkiye'de büyük bir dehşet ve infial uyandıran katliama ilişkin ilk görüntüler ise, TRT aracılığı ile duyurulmuştu. Hocalı’da olup biten tüm yaşananlar, Batılı gazeteciler, özellikle de New York Times belgeledi.

The Times; Muhabiri Anatoli Levin, “Katliam açığa çıktı” Başlıklı haberinde:

“Dağlık Karabağ’ın yamaçlarında aralarında kadın ve çocuklar olan 60’dan çok ceset ortaya çıkmıştır. Bu ise Ermenilerin Azerbaycanlı mültecileri katlettiği yolundaki haberleri doğrulamaktadır. Hala bulunmayan yüzlerce kadın vardır. Onların çoğu tanınmaz hale gelmiştir. Küçük bir çocuk yapayalnız kalmıştır. Rus İzvestiya gazetesi: Video kamera, kulakları kesilmiş çocukları gösterdi. Yaşlı kadınlardan birinin yüzünün yarısı kesilmişti. Erkeklerin kafa derisi yüzülmüştür.” (Şubat 1992)

Financial Times: General, “366.Alaydan 103 askeri personelin Dağlık Karabağ’da kaldığını” bildirdi.

Le Monde: “Ağdam’da bulunan yabancı gazeteciler, ‘Hocalı’da öldürülmüş kadın ve çocukların arasında 3 kafa derisi soyulmuş, tırnakları sökülmüş cesetler görmüşler.’ Bu Azerbaycan tebligatı değil, gerçektir.”

Kolos Ukraini: “V. Staçko; Savaşın yüzü olmuyor. Yalnız çokça maske, kanlı gözyaşları, ölüm bedbahtlık, yıkımlar... Hocalı’da bebekleri niçin katlettiler?.. Ya anneleri?.. Allah insanı cezalandırmak isteyince onun aklını alıyor.” (Şubat 1992)

Washington Post: “Dağlık Karabağ kurbanları, Azerbaycan’da toprağa verildiler. Kaçkınlar, Ermeni saldırısında yüzlerce kişinin öldürüldüğünü söylüyorlar. Yedi kişinin cesedi bu gün gösterildi. Bunların ikisi çocuk, üçü kadındır. 120 kaçkın Ağdam hastanesindedir, vücutlarında çok sayıda derin yaralar bulunmaktadır.”

The Times: Ermeniler yüzlerce kaçkın ailesini katlettiler. Sağ kalabilenler, Ermenilerin 450’den çok Türk’ü katlettiğini, öldürülenlerin çoğu kadın ve çocuk olduğunu bildiriyorlar. Yüzlerce, hatta binlerce insan kaybolmuştur. “Onlar ateş ediyorlardı, ateş ediyorlardı, ateş ediyorlardı” diyen Raziye Aslanov, Hocalıda Ağdam’da kaçabilenlerden birisi, kocasını ve oğlunun öldürüldüğünü, kızının ise kaybolduğunu söylüyor.” (Şubat 1992)

Sandy Times: “Thomas Tolts, Ermenilerin yaptığı katliamlar hakkında bilgi veren ilk gazetecidir. Azerbaycanlıların yaşadığı Hocalı şehri barış zamanlarında tarımla meşgul olan binlerce Azerbaycanlıların evi olmuştur. Geçen hafta bu şehir yeryüzünden silinmiştir.”

Financial Times: “Ermeniler, Ağdam’a giden göçmen kafilesini kurşunladılar. Azerbaycanlılar bin 200 ceset saydılar. Livan’dan gelen gazeteci, zengin Ermenilerin Karabağ’a silah ve adam gönderdiğini tastık ediyor.”

İzvestiya: “Binbaşı Lenold Krevest; Ben kendim yamaçta 100’e yakın ceset gördüm. Erkek çocukların birinin başı yoktu. Her yerde özel gaddarlıkla öldürülmüş yaşlı kadın ve çocuk cesetleri gördüm.” (Şubat 1992)

Valer Aktuel Dergisi: “Bu otonom bölgede Ermeni askeri birlikler, yakın doğuda olanlarla birlikte en çağdaş askeri teçhizatla ve hava araçlarına sahiptiler. ASALA, Suriye ve Livan’da askeri malzeme ve silah depolarını yok etmiş, 100’ün üzerinde Müslüman köyünü katletmişlerdir.”

Krua I’Envenaman Dergisi: “Ermeniler Hocalı’ya saldırdılar. Tüm dünya tanınmaz hale gelen cesetlerin şahidi olmuştur. Azerbaycanlılar 1000 kişinin öldüğünü söylüyor.”

Nie Gazetesi: Bulgaristan’da çıkan bu basın organı Hocalı soykırımına ait özel bir sayı yayınlamıştır.” (Şubat 1992)

Violette Prvanoğva: “Hocalı insanlığın faciasıdır” Yabancı gazeteciler ile konuşan aslen Hocalılı olan ve soykırımda annesini ve yakın akrabalarını kaybeden Yazar Seriye Müslüm kızı; “Hocalıya dünyanın muhtelif ülkelerinden onlarca gazeteci gelmişti. Onlar kanlı olayları gözleriyle görüp dehşete düşüyorlardı. Ancak, onların çoğu ülkelerine döndüklerinde, hakikatin aksini yazdılar. Hocalı soykırımını “Arsak Kahramanları” nın kahramanlık öykülerini yazıp katledilenlerin resimlerini Ermeni şehitleri diye taktım ediyorlardı. Hatta sök konusu fotoğrafların gönderme masrafları da ödenmeden bırakıldı.” (Şubat 1992)

PEKİ, NEYDİ BU TÜRK DÜŞMANLIĞI?

Ermenistan'daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye'nin 12 ili yer almaktayken, Ermenistan'ın bayrağında Türkiye hudutları içindeki Ağrı Dağı'nın resmi varken, Ermenistan Millî Marşı'nda "Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün" denmekteyken, başkaca bir neden aramaya zaten gerek yok sanırım.

Hocalı’da işlenen “insanlık Suçu soykırımdan, kurtulan tanıkların anlattıklarını dinleyen, gazeteciler, önce kulaklarına inanamadılar. Fakat katliam sonrası Hocalı’ya girdiklerinde ise, görgü tanıklarının anlatırken olayı abartmadıklarını kısa sürede anladılar.

Hocalı’da katliam bölgesini gezen Fransız gazeteci Jean-Yves Junet, "Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim, ama Hocalıdaki gibi bir vahşete umarım kimse tanık olmaz" diye katliamın boyutunu da anlatıyordu.

ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER

Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin yakıldığı, birçoğunun kafa derilerinin yüzüldüğü, gözlerinin oyulduğu, kulakları, burunları ve kafaları ile vücutlarının çeşitli uzuvlarının kesildiği görülmüştür. Aynı vahşetten hamile kadınlar ve çocuklar bile nasibini almıştır. Ermeniler tarafından Hocalı’da gerçekleştirilen bu vahşet, uluslararası camianın suç olarak kabul ettiği soykırım ve insanlığa karşı suçlar kapsamındaki tanımlamalarla birebir örtüşmektedir.

Ermenilerin, Azerbaycan Türklerine karşı gerçekleştirdikleri insanlık dışı katliam, tarih içinde yaşanan felaketin ne ilki, ne de sonuncusudur. Olsa olsa 21.yüzyılda insan hakları açısından utancın, duyarsızlığın, hukuksuzluğun kabul edilmez bir gerçeğidir. Hocalı katliamı gerçekleşme şekli ve sonuçlarıyla;

Cenevre Sözleşmesi, İnsan Hakları Beyannamesi, Vatandaş ve Siyasi Haklar Konusunda Uluslararası Sözleşme,

Ateşkes Zamanında ve Askeri Çatışmalar Zamanı Kadın ve Çocukların Korunması Beyannamesi ve BM'nin 'Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşmesi'nin 2. Maddesinde yer alan (milli, etnik, ırkı veya dini bir grubu kısmen veya tamamen imha etme) biçiminde tanımlanan Jenosit/Soykırım kavramı ile tamamen örtüşmektedir.

Ermenistan'ın Hocalı’da yaptıkları toplu katliam; BM Soykırım Anlaşmasında Soykırımı düzenleyen 2. maddenin a) bendinde yer alan "bir grubun üyelerinin katledilmesi" ve b) bendinde yer alan "grup üyelerinin bedeni ve akli açıdan ciddi biçimde zarar verilmesi" koşulları ile birebir uyuşmaktadır.

BM kararlarını hiçe sayan Ermenilerin Azerbaycan topraklarındaki işgali sürerken, olayın ardından 19 yıl geçmesine rağmen Hocalıda yapılan insanlık dışı olayları izleyen kurul ve yönetimlerin, hukuku süreci izlemelerindeki tavrını endişe ve hayretle gözlenmektedir.

ABD’nin AB’nin Türklüğe, İslam’a karşı olanların Hocalıda kayıtsız kalmasının bir nebze anlarız. Ama ülkemizde Gazeteci Hırant Dink’in öldürülmesi üzerine sokaklara dökülerek “Hepimiz Ermeni’yiz” diye bağıranların Hocalıda yaşananlar karşısındaki tutumlarına ne demeli...

SOYKIRIM / KATLİAMIN HESABI SORULMADI

Allah rahmet etsin, Hırant Dink’i öldürenler adaletin önünde hesap verip, hak ettikleri cezaya çarptırıldılar. İnsan haklarından, adaletten, hukuktan dem vuranlar, Hocalıda yaşananların hesabını neden dile getirip sormazlar?

I.Dünya Savaşı sırasında haklı ve zorunlu nedenlerle Osmanlı Devleti’nin uygulamaya koyduğu geçici “ Geçici Sevk ve İskân Kanunu” uygulamasının hesabını bizden soran ve bu nedenle 100 diplomatımızın ve ailelerinin kanına giren Ermenilerden neden yaptıklarının hesabını sormazlar?

Tarihten bir not: Bir güzel İngiliz Kadın Amelia (d.1775-ö. 1850): 1825 yılında küçük boy, iki cilt, toplam 600 sayfa ansiklopedik bir “Yalanlar” kitabı yayımlamış. Kitabında, akla gelen bütün yalan türlerini önce tanımlamış, ardından çeşitli örneklerini vermiş.

Kitabının ikinci cildinin sonunda, son yalan türü olarak, “Habis Ruhlu Yalanı” tanımlamış. Yaklaşık iki asır önce yazılan kitapta, “Habis Ruhlu Yalan:İnsanların itibarını tahrip etmek, kamuoyu önünde kişiliklerini yaralamak ve hayattaki geleceğe ilişkin beklentilerine sonsuza kadar gölge düşürmek amacı ve kötü niyetle söylenmiş yalandır.” şeklinde tanımlanmış.

Ermeni ve kopuntularının (Diyaspora), 100 yıl aşkın bir sonra yukarında tanımı yapılan “Habis Ruhlu Yalanı” çok etkili ve yaygın bir şekilde kullanmışlardır. Günümüz dünyadaki 31 ülke ve Vatikan yönetimini, Habis Ruhlu Ermeni yalanlarının etkisiyle, parlamentolarında, Ermenilerin iddia ettikleri sözde “soykırım” kararları almışlardır. Bir yaban ördeğinin bile katledilmesi olayında ayağa kalkan ve kendilerini İnsan hakları savunucusu, medeni sayan Batılı ülkeler, Hocalı’da Ermenilerin bir gecede planlı bir şekilde katlettiği insanlar için kıllarını bile kıpırdatmamışlardır. Çünkü katledilenler, yaban ördeği değil, Müslüman Türklerdi..

Hocalı’da yaşanan insanlık sucu; “Soykırım” dramına seyirci kalan hür dünyanın 20’nci yüzyıldan 21’nci yüzyıla devrettiği en büyük utanç ve kötü bir mirastır. Soruyorum: Hocalı soykırım/katliamının failleri katiller neredeler?.. Uluslararası Adalet Divanı’nın önüne çıkarılıp yargılandılar mı?..

Hayır…

Peki nerede bu cani katiller?..

Cevap: Ermenistan Devleti yönetiminde, Cumhurbaşkanlığı koltuğunda, milletvekili sıralarında..

Peki, 26 Şubat 1992 günü Hocalı’da gerçekleştirilen soykırım/katliamının emrini kim verdi?

Cevap: Ermeni Taşnak örgütü liderleri Robert Koçaryan..

Nerede bu katil Koçaryan?..

Nerede olacak, tabii ki, yaptığı terör faaliyetleriyle işlediği insanlık sucundan ötürü, terfi ettirilip ödüllendirildi. 20 Mart 1996'da Ermenistan Devlet Başkanı koltuğuna oturtuldu.

Hocalı Soykırım/katliamının diğer bir sorumlu kim?..

O da Robert Koceryan’dan sonra Ermenistan Cumhurbaşkanlığına getirilen Sarj Sarkisyan’dır. Sarkisyar da; “Hocalıdan önce, Azerbaycanlılar bizim şaka yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu (stereotipi) kırmayı başardık. Ve olay işte bu..”

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.